October 18, 2010

Dashain'in en güzel günü...




Kathmandu'ya ayak basar basmaz Janai Purnima festivalini kutlamak için evine gittiğim aile, beni  Dashain için de davet etti. Bu sefer, beni çok daha fazla heyecanla ve sevgiyle karşıladılar.Ne de olsa, tanıdıktım artık. Yabancılık çekmiyorlardı. Ben de, o ilk günlerdeki tedirginliğimi çoktan üzerimden atmıştım. Ne şunu yesem, midemi bozar mı , ne de şöyle otursam, tuhaf kaçar mı gibi komik dertlerim vardı.

15 günlük bu uzun festivalde beni Pazar günü çağırdılar, çünkü Puja günüymüş. Puja,  Hindular tarafından gerçekleştirilen dinsel bir ritüel, tanrılara, ayrıcalıklı insanlara ya da misafirlere sunulan adaklar yoluyla gerçekleşiyor. Sonra, onların duları alınıyor.

Ranjan'la eve vardığımızda, hazırlıklar devam ediyor. Evin büyükbabası, büyükannesi, Ranjan'ın annesi, küçük kız kardeşi, annesinin iki erkek kardeşi, ve bu kardeşlerden birinin bir kız, bir oğlan iki çocuğu evde koşturma içinde.  Bütün adaklar, tütsüler, çiçekler, kırmızıya boyanmış pirinç, yoğurt, minik bir çan, muz, elma,  bir çiçeğin sapı...her şey yerde...tepsinin içinde. yerli yerinde.Tepsinin yanında bir de çok güzel kırmızı bir sari duruyor.  Onu kim giyecek diye heyecanla bekliyorum. Bu arada, önüme sarı bir gazlı içecek konuyor. fanta gibi. Anne, sürekli bana gülüyor, konuşamasak da, benim kırık Nepalcem, onun kırık İngilizcesi ile birbirimize sevgi dolu sözler söylüyoruz. Bana sürekli Nepalese culture, Nepalese culture diyor. Ben de, ona sürekli ramro ramro diyorum. Güzel manasında.




Sonunda, büyükbaba ve büyükanne, tepsinin başına geçiyor. Büyükbaba önce kendisine, tika yapıyor, dualar okuyor, ardından, eşine...sonra kızına...büyükten küçüğe öylece devam ediyor. Tam sıra sen de, diyorlar, heyecanlanıyorum, anne bir dakika diyor, içeri koşuyor. Elinde bür kutuyla geliyor, bir anda elime oje sürmeye başlıyor, dudağıma pembemsi bir ruj, gözlerime sürme, ve koluma kırmızı bilezikler takılıyor. Bir de gözlerimin arasına üçüncü bir göz. 



Bu arada, minik kız çocuğu da beni kıskanıyor. O da sürmesini sürünüyor.

  





Sanırım puja için hazırım. Yabancı olarak oturmuyorum büyükbabanın önüne. Ranjan ve minik kız kardeşinin ortasına oturtuyorlar beni. Siz üç kardeşsiniz diyorlar!! gülüyorlar:) Alnıma tika yapılıyor , kafama çeşitli çiçekler, otlar serpiliyor, sonra büyük anne, aynı şeyleri yapıyor. Bir de elime bir zarf tutuşturuyorlar. Para! Kız çocuklarına! para veriliyormuş, erkek çocuklarda annelerine, kız kardeşlerine veriyorlar. Sıradan, her büyük kendinden küçük olanla aynı seramoniyi yaşıyor. Biri kalkıyor, biri oturuyor, birileri kameraya çekiyor, ufak kız kardeş oynuyor, bense alnımdaki pirinçler düşerse, ne yapmayalım diye düşünüyorum. ojelerime ve bileziklerime bakıyorum.




Ardından, bu sefer puja yapma sırası bana geliyor. Ben yok estağfurullah filan derken, önüme benden küçükleri oturtuyorlar. Gördüklerimi acemice uygulamaya çalışıyorum. Çiçek serpme, iki elle tika, ardından iyi dilekler. küçük kız kardeş doktor, büyük kız kardeş hemşire, ranjan müzisyen ve diğer oğlan çocuk body guard olmak istiyor. hepsine ayrı ayrı bu meslekleri diliyorum. O sırada, tartışma başlıyor. Çünkü normalde kız çocuklarına para vermem lazım. Anne para ver diyor, kardeşi olur mu canım aaaaaaa ayıp diyor sanki. Bense tabiki tabiki vereceğim demeye çalışıyorum. Annenin "Nepalese Culture, nepalese culture"baskıları, ve benim ısrarım sonunda, cüzdanıma gidip, para alıyorum. Böylece bu bölümü de tamamlıyoruz. Ardından, herkese birer kaşık yoğurt, elma ve muz yediriyor büyükler. Zaten iki saat süren bu törenin ardından acıkmışım. 2 saat ama öyle sıkıcı, kimsenin konuşmadığı, her yeri buhran kaplayan bir tören değil. Bu arada, kimin daha dindar olup olmadığı anlaşılıyor. Oturuş kalkış bakış her şeyi belli ediyor.

Mesela oğlan çocuğunun pujadan sonra, eğilip babasının ayağına kafasını değdirmesi lazım...zorla yaptırıyorlar, gülüşmeler oluyor. Annenin erkek kardeşlerinden biri, pujadan sonra hemen gidip, alnını temizliyor. Hiç bir şey olmamış gibi. Büyük kız çocuğu, heyecanla sarisini giyiyor, sürekli fotoğraf çektirmek istiyor. Anne, çok hisli ve duygusal. Ranjan ise, herkesin gönlünü almakla meşgul, evinden ayrı yaşayan oğlan çocuğu olarak.

Törenler bitince yemek faslı geliyor. Ama ondan önce ben de yanımda götürdüğüm nazar boncuklu bileziği ve yüzüğü  anneye hediye ediyorum. Gözleri doluyor. Yanaklarımdan ve çenemden öpüyor. Sonra, beni içerideki odasına davet ediyor, burası çok kalabalık, yoruldun, gel biraz dinlen diye. Bu arada, ağzıma bir badem, ve bir kajun atıveriyor. Beyin için çok faydalı diyor. Anne işte...

İçeride, kız çocukları ile yalnız kalıyoruz. Dans saati:) Hepsi bana teker teker, ardından grup olarak bildikleri dansları sergiliyorlar, sonra da ben kalkıp iki göbek atıyorum. Ardından, birbirimize figürler öğretiyoruz. Anne içeri geliyor, aile albümlerini çıkartıyor, teker teker onlara bakıyoruz.



 


Sonra, hemen yatağının arkasında köşeye davet ediyor. Anne, kendi minik ibadet yerini hazırlamış, minik mabedi. Çeşitli tanrı resimleri, tütsüler ve ortada kocaman bir " Sathya Sai Baba" resmi. Bu konu uzun bir konu ancak bu kişi, hala yaşayan, Tanrı olarak görülen ve çok kişinin inandığı biri. Bildiğim kadarıyla , hem Hinduizm, hem de Islam dininden besleniyor.  Bir çok yerde, fotoğrafı asılı. Burada, Tanrıların sonu yok. Orada da, beraber fotoğraf çektiriyoruz.







Biraz daha dansın ardından, yemek vakti. Pilav, soya fasülyesi, patates ve kabaklı noodle, yoğurt, kavrulmuş nohutla bol proteinli bir yemek. Doydum diyorum, en azından su noodle'ın sebzelerini ye diyor, ağzıma patatesleri ve kabakları tıkıştırıveriyor anne. Anne işte... Yoğurdumu da bitirmemi öğütlüyor.

Sonra, akşam kal diyorlar, yok işlerim var, ben gidiyim diye usulca kalkıyorum. Beni taksiye kadar uğurluyorlar. El sallayıp, varınca ara diyorlar. Varınca arıyorum, Dashain'den olsa gerek, hatlar çok meşgul, düşüremiyorum...